21 Haziran 2017 Çarşamba

Yu Hua, Yaşamak




Kitap Adı       : Yaşamak (To Live)
Yazar              : Yu Hua
Yayınevi         :Jaguar Kitap


Yanlış söz söyleme, yanlış yatakta uyuma, yanlış eşikten girme, elini yanlış cebe atma.

Öncelikle kitabın tasarımından başlamak istiyorum, kastettiğim kitabın kapak tasarımı değil, kaldı ki bence müthiş bir tasarım olmuş, kitabın özeti özünden bir şey kaybetmeden ancak bu şekilde görselleştirilebilirdi. Benim söylemek istediğim, okul çağlarımızda defter ve kitaplarımızı annelerimizle birlikte kapladığımız gibi, yayınevi de kitabının dışını kaplayarak bize ulaşmasını sağlamış: yani özenli bir dış korumayla geçiyor elimize eser. Takdir ettim…

Yayın evi, yayımladığı her kitap için, bu kitabı neden yayımladık, diye bir köşe açmış ve kendince açıklamalarda bulunmuş. Bakın bu eserle ilgili ne söylemişler: Bu soruyu kendimize her sorduğumuzda tek bir yanıt geliyor hemen aklımıza: ‘Okurken aldığımız keyif, sevinç, gözyaşları, tüm duygu tellerine dokunan bir hikâye, hayat, yaşamak...’ Ama takdir edersiniz ki bunların hiçbirini satırlara dökemeyiz. En azından hakkıyla...”

Evet şüphesiz hakkını veriyor.

Karşımızda sarsıcı bir eser var, 6 kuşaklık bir yaşam belgeseli. Eser, diyar diyar  dolaşarak halk şarkıları derleyen bir edebiyat tutkununun (Yaşar Kemal’in kulakları çınlasın), Fugui ile konuştuklarından ve onun çocukluğundan yaşlılığına kadarki dönemi kendi ağzından anlatmasından oluşuyor. Biz, birer birer kendisinin ağzından, kızının, eşinin, oğlunun, damadının ve torununun öyküsüne şahit oluyoruz.

İçten ve samimi ve yok o kadar da değil, dediğiniz ne varsa, işte tümü, oluyor aslında bu yazgıda. Bir büyüğümden duymuştum. Beterin beteri var ve tanımı yok hangisinin en beteri olduğunun, demişti. Gerçekten de öyle, dedirtiyor bu eser okuyanına. Elden bir şey gelmez denilen her şey usulca kabulleniliyor, yapılabilecek her şey deneniyor. Okur olarak tüm bunları hissediyorsunuz ve yaşanılanların içindeymişçesine acışıyorsunuz Fugui’nin öyküsüne; çünkü sizin de elinizden pek bir şey gelmiyor, ortak olmaktan başka bu acıya.

Kanımca, bu eser bir yolculuk. Ölüme yapılan bir göç hali değil; yaşamın içindekilere doğru bir gidiş. Ve bir geri dönüş bu eser, yaşanılanları hatırlamak için değil; kişinin kendi gerçeğini keşfetmesi adına sonsuz bir geri dönüş. Sabrediş belki; ama kabulleniş asla değil!
Kitap 1993’te yayımlandıktan hemen sonra, Komünist rejimin yanlış uygulamalarını ve halk üzerindeki bazı yıkıcı ve adaletsiz tutumlarını anlattığı için, Çin’de yasaklanıyor. Sinemaya uyarlanınca da yazgısı değişmiyor kitabın. 1994 yılında Cannes Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü kazanırken, filmin oyuncusu You Ge da en iyi aktör ödülünü kazanıyor; ama kitabı gibi, filmi de, ülkesinde yasaklanıyor. 

Bu kitabın ülkesinde yasaklanması beni şaşırtmadı; çünkü zorbalıktan beslenen bir yönetimi kendi acısıyla yoğurarak vermede de çok başarılı yazar: “Köydeki bütün kuzular kesilmiş ve yenmişti. Geriye sadece üç öküz kalmıştı, onlara da tarlaları sürmek için ihtiyaç vardı. Tahıl stoku bile bitmek üzereydi. Yoldaş Başkan yiyecek bir şeyler getirebilmek için defalarca komüne gitti. Her seferinde yanında on delikanlıyla birlikte döndü. … Başkan komünden son dönüşünde bir duyuru yaptı: ‘Yarından itibaren yemekhane kapanacak. Herkes kasabaya inip tencere tabak alırsa iyi eder. Eskiden olduğu gibi, her aile yemeğini kendi pişirecek.’ Bir zamanlar başkanın bir sözüyle bütün tencerelerimiz çanaklarımız parçalanmıştı, şimdi yine onun bir sözüyle yenilerini almak zorundaydık…”
 
İşte tam da bu noktada işaret etmek istediğim bir konu daha var. Eser, Komünist Rejimi eleştirme ve onun çarpıklıklarını büyük bir ustalıkla alttan alta yedirmede ve toplumsal ve hatta sınıfsal çarpıklıkları bir potada eritmede ne kadar başarılıysa; insanın içine düştüğü ruhsal durumu analiz etmede ve insanı, düştüğü çıkmazda anlatma gayretinden uzaklaşmamada da o derece başarılı. İşin bu noktasında yazarın bayalığa düşmemesi ve insan odaklı tavrını elden hiç bırakmaması ve sonunda da işin üstesinden ustalıkla gelmesi beni etkileyen çok önemli bir yanı eserin.

Bir diğer değinilmesi gereken nokta da, bu eserde Doğu iklimini ve kültürünü iliklerinize kadar hissediyor olmanız. Öyle ki, kimi yerlerde kendi kültürümüzle ortaklıklar yakalamanız bile mümkün; ama kimi doğulu yazarlar gibi Avrupalılaşma sevdası yok yazarın. Ben Çinliyim arkadaş, Çinli gibi yazar, Çinli gibi düşünürüm tavrı, evrensel bir çizgi yakalanmışa benziyor.

Ayrıca siz bakmayın kitabın isminin Yaşamak olduğuna. Varoluşunuzun ölüm üzerinden lime lime edilmesine de hazırlıklı olmalısınız. Çünkü okudukça yaşamı ve ölümü (“Kugen dört yaşına basana kadar günlerimiz böyle geçti. O yıl Erxi öldü. İki beton arasında sıkışarak öldü. Bir hamal olarak bir yere çarpmak ve küçük sıyrıklar normaldi, fakat hayatını kaybetmek: Erxi ilkti. Görünen o ki, Xu ailesindeki herkesin kötü bir yazgısı vardı.”); savaş ve barışı (Sipere varınca Yaşlı Quan’i yere bıraktık. Ellerimle sırtımdan akan kanı durdurmaya çalışıyordum. Sırtı ıslanmıştı ve sıcacıktı. Oluk oluk akan kan parmaklarımın arasından süzülüyordu. Yaşlı Quan gözünü kırptı, sanki bizi görmek istiyordu ve dudakları titredi. Boğuk bir sesle, ‘Burası neresi?’ diye sordu. … Çatlak sesiyle, ‘Öleceğim yerin adını bile bilmiyorum,’ dedi.); açlığı ve sefaleti (“Öyle zamanlardı ki, birisi hayatınız karşılığında size bir çanak pilav teklif etseydi, birden çok alıcısı çıkardı.”) görmekle kalmayacaksınız. Aynı zamanda bitmek tükenmek bilmeyen bir hayat dersi, toplumsal matematik üzerinden karşınıza çıkacak. İ rasyonel bir sonsuzlukta kendi kişisel tarihinizi, vücudunuzdan çıkardığınız bir organı taşır gibi, ellerinizde taşıyacaksınız. Ve sorumluluğunu üstlenmek zorunda kaldığınız her şey sizi kendi yazgınıza taşıyacak. 

Hülasa, temelli bir eserle karşı karşıyayız. Yaşamanın sağlam soruları üzerine, basit cevaplardan oluşan metin oldukça sade, akıcı ve diri. Yoğunluğunu yitirmiyor. Bir cevap aradığı kesin; ama bulabildiğini söylemek zor. Neticede yazar da biliyor ki, sorumlu olmadığı bir sürü acının hesabını da vermek zorunda kalan acımasız bir mahluk insan” diye bildiğimiz canlı. Bu canlı, vazgeçmiyor yaşadığı iklimin katili olmaktan; o yüzden anlaşılamıyor da. En acısı da, içinden çıkamadığı bu durumu “insani değerler”iyle açıklamaya çalışıyor büyük bir ikiyüzlülükle. 

Bir parantez de çevirmen Bahar Kılıç'a açmak isterim. Gerçekten ellerine sağlık, Yaşamak'ın içinde yaşamış ve Çinden Türkçeye damıtım işinin üstesinden layığıyla gelebilmiş. Bir dil bilimci değilim; ama eserin tüm berraklığıyla ortaya çıkması için ciddi emekler verildiği çok belli, bunu görebiliyorum.

Bir gün insan olmanın utançlığından sıyrılabilmek dileğiyle…iyi okumalar.

Not: Bu arada yayınevi, Yazarın Kanını Satan Adam isimli romanını, Erdem Kurtuldu’nun çevirisi ile yakında yine Jaguar Kitap tarafından yayımlanacağını duyuruyor. Merakla bekliyoruz. Bir konu daha var, yazarın Alabanda Yayınları’ndan çıkmış “Yedinci Gün” adlı eseri de mevcut; fakat bu kitabın inglizceden dilimize kazandırıldığını vurgulamak istiyorum. Yani, Çinceden İngilizceye, İngilizceden Türkçeye çevrilmiş bir eser. Karar sizin.

M. Yücel İnce





9 Haziran 2017 Cuma

Anthony Doerr, Göremediğimiz Tüm Işıklar


Kitap Adı : Göremediğimiz Tüm Işıklar
Yazar        : Anthony Doerr
Yayınevi   : Koridor Yayınları

Öncelikle şunu söyleyeyim, 576 sayfa, uzun zamandır bu kadar uzun soluklu bir kitap okuduğum yoktu. Hikaye oldukça içten ve derinlikli. Özellikle benim gibi, cephede geçen eserleri değil de, bu savaş yüzünden geri planda yaşanan insan örüntülerini seviyorsanız kesinlikle tavsiye edilebilecek bir eser.

Özellikle kör bir kız (Marie-Laure) ve babası etrafında gelişen ve radyolara (aslında bilime ve soru sormaya) meraklı Werner’e ve onun kız kardesine ve tüm bu insanlarla birlikte Saint-Malo'ya ve tabi ki Büyük Amca’(Etienne) ya dek uzanan öyküde beni en çok sarsan karakter kesinlikle Frederick'ti. Gözlerimin defalarca buğulandığı Fredirick ve yaşantısını keşke yazarımız Anthony Doer biraz da işleyebilseydi diye, düşünmeden edemiyor insan. 


 Kitap “flash back” diye adlandırılan geriye dönüşlerden ibaret bir kurguyla iç içe geçmiş zaman ve olaylarla işlenmiş ve bence kitabın bazen aksayan tek yönü burası olmuş. Önceki sayfalarda bildiğimiz bazı şeylerin, ileriki sayfalarda yeniymiş gibi karşımıza çıkarılmış olması, romanın akıcılığını bozduğu gibi, heyecanını da sekteye uğratmış. Bu gerçekten beni bazen ciddi hayal kırıklığına uğrattı.

Ve bir de yazar 400. Sayfadan sonraki 80-85 sayfa boyunca bocalıyor, Allahtan ki sonunda toparlamayı beceriyor.

Neticede neredeyse 10 yıllık bir emeğin ürünü bir eser. Kesinlikle tavsiye ederim; ama vurucu bir kitap da beklemenin anlamı yok.

 Kitabın Başlıca Kazanıları:

1. 2015 Pulitzer Ödülü
2. Library Reads Yılın En İyi Kitabı
3. Goodreads Choice Awards 2014 Yılın En İyi Tarihi Romanı
4. The Washington Post Yılın En İyi Kitabı
5. Amazon Yılın En İyi İlk Üç Kitabından Biri
6. The New York Times Yılın En İyi İlk On Kitabından Biri
7. Apple Inc. Yılın En İyi Kitabı
8. Hudson Booksellers Yılın En İyi Kitabı
9. National Books Awards Finalist Ulusal Kitap Ödülü
10. Book Page Yılın En İyi Kitabı
11. The Guardian Yılın En İyi Kitaplarından Biri
12. Kirkus Reviews Kurgu Dalında Yılın En İyi Kitabı
13. Book BrowseKurgu Dalında Yılın En İyi Kitabı
14. Audible.com Yılın En İyi Kitabı
15. Indigo Yılın En İyi Kitabı
16. Kobo Yılın En İyi Kitabı


Yu Hua, Yaşamak

Kitap Adı        : Yaşamak (To Live) Yazar               : Yu Hua Yayınevi          :Jaguar Kitap Yanlış söz söyleme, ya...