Kitap Adı :
Yaşamak (To Live)
Yazar :
Yu Hua
Yayınevi :Jaguar Kitap
Yanlış söz söyleme,
yanlış yatakta uyuma, yanlış eşikten girme, elini yanlış cebe atma.
Öncelikle kitabın tasarımından
başlamak istiyorum, kastettiğim kitabın kapak tasarımı değil, kaldı ki bence
müthiş bir tasarım olmuş, kitabın özeti özünden bir şey kaybetmeden ancak bu
şekilde görselleştirilebilirdi. Benim söylemek istediğim, okul çağlarımızda
defter ve kitaplarımızı annelerimizle birlikte kapladığımız gibi, yayınevi de
kitabının dışını kaplayarak bize ulaşmasını sağlamış: yani özenli bir dış
korumayla geçiyor elimize eser. Takdir ettim…
Yayın evi, yayımladığı her kitap için, bu kitabı neden yayımladık, diye bir köşe açmış ve kendince açıklamalarda bulunmuş. Bakın bu eserle ilgili ne söylemişler: “Bu soruyu kendimize her sorduğumuzda tek bir yanıt geliyor hemen aklımıza: ‘Okurken aldığımız keyif, sevinç, gözyaşları, tüm duygu tellerine dokunan bir hikâye, hayat, yaşamak...’ Ama takdir edersiniz ki bunların hiçbirini satırlara dökemeyiz. En azından hakkıyla...”
Yayın evi, yayımladığı her kitap için, bu kitabı neden yayımladık, diye bir köşe açmış ve kendince açıklamalarda bulunmuş. Bakın bu eserle ilgili ne söylemişler: “Bu soruyu kendimize her sorduğumuzda tek bir yanıt geliyor hemen aklımıza: ‘Okurken aldığımız keyif, sevinç, gözyaşları, tüm duygu tellerine dokunan bir hikâye, hayat, yaşamak...’ Ama takdir edersiniz ki bunların hiçbirini satırlara dökemeyiz. En azından hakkıyla...”
Evet şüphesiz hakkını veriyor.
Karşımızda sarsıcı bir
eser var, 6 kuşaklık bir yaşam belgeseli. Eser, diyar diyar dolaşarak halk şarkıları derleyen bir edebiyat
tutkununun (Yaşar Kemal’in kulakları çınlasın), Fugui ile konuştuklarından ve onun
çocukluğundan yaşlılığına kadarki dönemi kendi ağzından anlatmasından oluşuyor.
Biz, birer birer kendisinin ağzından, kızının, eşinin, oğlunun, damadının ve
torununun öyküsüne şahit oluyoruz.
İçten ve samimi ve yok
o kadar da değil, dediğiniz ne varsa, işte tümü, oluyor aslında bu yazgıda. Bir
büyüğümden duymuştum. Beterin beteri var ve tanımı yok hangisinin en beteri
olduğunun, demişti. Gerçekten de öyle, dedirtiyor bu eser okuyanına. Elden bir
şey gelmez denilen her şey usulca kabulleniliyor, yapılabilecek her şey
deneniyor. Okur olarak tüm bunları hissediyorsunuz ve yaşanılanların içindeymişçesine
acışıyorsunuz Fugui’nin öyküsüne; çünkü sizin de elinizden pek bir şey
gelmiyor, ortak olmaktan başka bu acıya.
Kanımca, bu eser bir yolculuk. Ölüme yapılan bir göç hali değil; yaşamın içindekilere doğru bir gidiş. Ve bir geri dönüş bu eser, yaşanılanları hatırlamak için değil; kişinin kendi gerçeğini keşfetmesi adına sonsuz bir geri dönüş. Sabrediş belki; ama kabulleniş asla değil!
Kanımca, bu eser bir yolculuk. Ölüme yapılan bir göç hali değil; yaşamın içindekilere doğru bir gidiş. Ve bir geri dönüş bu eser, yaşanılanları hatırlamak için değil; kişinin kendi gerçeğini keşfetmesi adına sonsuz bir geri dönüş. Sabrediş belki; ama kabulleniş asla değil!
Kitap 1993’te yayımlandıktan hemen sonra, Komünist rejimin yanlış uygulamalarını ve halk
üzerindeki bazı yıkıcı ve adaletsiz tutumlarını anlattığı için, Çin’de
yasaklanıyor. Sinemaya uyarlanınca da yazgısı değişmiyor kitabın. 1994 yılında Cannes Film Festivali’nde
Jüri Büyük Ödülü kazanırken, filmin oyuncusu You Ge da en iyi aktör ödülünü
kazanıyor; ama kitabı gibi, filmi de, ülkesinde yasaklanıyor.
Bu kitabın ülkesinde
yasaklanması beni şaşırtmadı; çünkü zorbalıktan beslenen bir yönetimi kendi
acısıyla yoğurarak vermede de çok başarılı yazar: “Köydeki bütün kuzular kesilmiş ve yenmişti. Geriye sadece üç öküz
kalmıştı, onlara da tarlaları sürmek için ihtiyaç vardı. Tahıl stoku bile
bitmek üzereydi. Yoldaş Başkan yiyecek bir şeyler getirebilmek için defalarca
komüne gitti. Her seferinde yanında on delikanlıyla birlikte döndü. … Başkan
komünden son dönüşünde bir duyuru yaptı: ‘Yarından itibaren yemekhane
kapanacak. Herkes kasabaya inip tencere tabak alırsa iyi eder. Eskiden olduğu
gibi, her aile yemeğini kendi pişirecek.’ Bir zamanlar başkanın bir sözüyle
bütün tencerelerimiz çanaklarımız parçalanmıştı, şimdi yine onun bir sözüyle
yenilerini almak zorundaydık…”
İşte tam da bu noktada işaret etmek istediğim bir
konu daha var. Eser, Komünist Rejimi eleştirme ve onun çarpıklıklarını büyük
bir ustalıkla alttan alta yedirmede ve toplumsal ve hatta sınıfsal
çarpıklıkları bir potada eritmede ne kadar başarılıysa; insanın içine düştüğü
ruhsal durumu analiz etmede ve insanı, düştüğü çıkmazda anlatma gayretinden
uzaklaşmamada da o derece başarılı. İşin bu
noktasında yazarın bayalığa düşmemesi ve insan odaklı tavrını elden hiç
bırakmaması ve sonunda da işin üstesinden ustalıkla gelmesi beni etkileyen çok önemli bir yanı eserin.
Bir diğer değinilmesi gereken nokta da, bu eserde
Doğu iklimini ve kültürünü iliklerinize kadar hissediyor olmanız. Öyle ki, kimi
yerlerde kendi kültürümüzle ortaklıklar yakalamanız bile mümkün; ama kimi doğulu
yazarlar gibi Avrupalılaşma sevdası yok yazarın. Ben Çinliyim arkadaş, Çinli
gibi yazar, Çinli gibi düşünürüm tavrı, evrensel bir çizgi yakalanmışa
benziyor.
Ayrıca siz bakmayın kitabın isminin Yaşamak
olduğuna. Varoluşunuzun ölüm üzerinden lime lime edilmesine de hazırlıklı
olmalısınız. Çünkü okudukça yaşamı ve ölümü (“Kugen dört yaşına basana kadar
günlerimiz böyle geçti. O yıl Erxi öldü. İki beton arasında sıkışarak öldü. Bir
hamal olarak bir yere çarpmak ve küçük sıyrıklar normaldi, fakat hayatını
kaybetmek: Erxi ilkti. Görünen o ki, Xu ailesindeki herkesin kötü bir yazgısı
vardı.”); savaş ve barışı (Sipere varınca Yaşlı
Quan’i yere bıraktık. Ellerimle sırtımdan akan kanı durdurmaya çalışıyordum.
Sırtı ıslanmıştı ve sıcacıktı. Oluk oluk akan kan parmaklarımın arasından
süzülüyordu. Yaşlı Quan gözünü kırptı, sanki bizi görmek istiyordu ve dudakları
titredi. Boğuk bir sesle, ‘Burası neresi?’ diye sordu. … Çatlak sesiyle,
‘Öleceğim yerin adını bile bilmiyorum,’ dedi.); açlığı ve sefaleti (“Öyle
zamanlardı ki, birisi hayatınız karşılığında size bir çanak pilav teklif
etseydi, birden çok alıcısı çıkardı.”) görmekle kalmayacaksınız. Aynı zamanda
bitmek tükenmek bilmeyen bir hayat dersi, toplumsal matematik üzerinden
karşınıza çıkacak. İ rasyonel bir sonsuzlukta kendi kişisel tarihinizi, vücudunuzdan
çıkardığınız bir organı taşır gibi, ellerinizde taşıyacaksınız. Ve
sorumluluğunu üstlenmek zorunda kaldığınız her şey sizi kendi yazgınıza
taşıyacak.
Hülasa, temelli bir eserle karşı karşıyayız.
Yaşamanın sağlam soruları üzerine, basit cevaplardan oluşan metin oldukça sade,
akıcı ve diri. Yoğunluğunu yitirmiyor. Bir cevap aradığı kesin; ama
bulabildiğini söylemek zor. Neticede yazar da biliyor ki, sorumlu olmadığı bir
sürü acının hesabını da vermek zorunda kalan acımasız bir mahluk “insan”
diye bildiğimiz canlı. Bu canlı, vazgeçmiyor yaşadığı iklimin katili olmaktan; o yüzden
anlaşılamıyor da. En acısı da, içinden çıkamadığı bu durumu “insani
değerler”iyle açıklamaya çalışıyor büyük bir ikiyüzlülükle.
Bir parantez de çevirmen Bahar Kılıç'a açmak isterim. Gerçekten ellerine sağlık, Yaşamak'ın içinde yaşamış ve Çinden Türkçeye damıtım işinin üstesinden layığıyla gelebilmiş. Bir dil bilimci değilim; ama eserin tüm berraklığıyla ortaya çıkması için ciddi emekler verildiği çok belli, bunu görebiliyorum.
Bir parantez de çevirmen Bahar Kılıç'a açmak isterim. Gerçekten ellerine sağlık, Yaşamak'ın içinde yaşamış ve Çinden Türkçeye damıtım işinin üstesinden layığıyla gelebilmiş. Bir dil bilimci değilim; ama eserin tüm berraklığıyla ortaya çıkması için ciddi emekler verildiği çok belli, bunu görebiliyorum.
Bir gün insan olmanın utançlığından sıyrılabilmek
dileğiyle…iyi okumalar.
Not: Bu arada yayınevi, Yazarın Kanını Satan Adam
isimli romanını, Erdem Kurtuldu’nun çevirisi ile yakında yine Jaguar Kitap
tarafından yayımlanacağını duyuruyor. Merakla bekliyoruz. Bir konu daha
var, yazarın Alabanda Yayınları’ndan çıkmış “Yedinci Gün” adlı eseri de mevcut;
fakat bu kitabın inglizceden dilimize kazandırıldığını vurgulamak istiyorum.
Yani, Çinceden İngilizceye, İngilizceden Türkçeye çevrilmiş bir eser. Karar
sizin.
M. Yücel İnce